Ana içeriğe atla

BÜYÜK ÇATIŞMA: AKIL ve YÜREK









Akıl ve yürek iki samimi dost ve aynı zamanda iki büyük düşmandır.
Akıl görür... Öğrenir, muhakeme eder, ders alır...
Yürek görmez... Görmek istemez... Yürek hisseder ve asla ders almaz...
Akıl dingindir, suskundur. Yürekse yerinde duramaz...
Bazılarının aklı görür, bazılarının yüreği...
Bazıları aklıyla, bazıları da yüreğiyle yaşar.
Aklıyla yaşayanlar matematik unsurlara göre hareket eder genellikle de kazanırlar. Kaybedenler çok azdır da diyebiliriz.
Onlar da muhtemelen sonunda aklını bırakıp yüreğine meyl edenlerdir.
Yüreğiyle yaşayanlar ise genelde kaybederler... Hesap yapmazlar.
Dostları vardır sayılarını kendileri de bilmezler çünkü saymazlar.
Kimilerine göre sefil bir hayattır onların ki ama sevgi dolu olmasına kimse itiraz edemez.
İkisi ile birlikte yaşayanlar –ki dünyada sayıları çok azdır, onların üzerinde durmuyorum; kılım onlara- en şanslılarımızdır.
Peki ya aklı ile yüreği sürekli çelişenler... Onlar ne yapsın!
Onların bir yanı doğuya bir yanı batıya bakar... Onlar Araf’tatır sürekli.
Onlara huzur yoktur. Onlar ne mutluluklarının ne mutsuzluklarının tadını çıkarabilir. Ne acılarını hissedebilir ne heyecanlarının peşinden koşabilir. Yüreğinin peşinden gitse aklı, aklının peşinden gitse yüreği geri çağırır onları.
Onlar Tanrı’nın cennetini herkesten çok hakedenlerdir.
Azaplarını bu dünyada yeterince çekmiştir, çekecektir.

Yorumlar

  1. iyi ki ikisine de birden sahip azınlık sanslılardanım...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

SADELİK ÜZERİNE

Leonardo da Vinci, sadelik en yüksek gelişmişlik düzeyidir der. Platon önümüzü görmenin formülünü, günlük hayatın mekanizmasını sadeleştirmek olarak sunar. Sadelik…  Tüketim çılgınlığından sıkılanların mutlu olma biçimi ve günlük yaşamda yeni trend. Sade yaşamı benimseyen insanların ortak özelliklerine bakın. Bir ideal uğrunda koşarlar. Kesinlik ve netlik duyguları gelişkindir. İç dünyalarındaki uyumun ölçüsü kendilerindedir. Dünyaya karşı sorumluluk hissederler. Sanatta sadelik ise, tıpkı yaşamdaki sadelik gibi değerli... Özel... Sadelik insanlık tarihi kadar eski. Descartes, “karmaşık şeylerin güzel olduğunu düşünmek insanların ortak yanlışıdır” der. Hegel, minimalist yaklaşımı, sade ama basit olmayan, yalın ama yavan olmayan bir güzellik olarak tanımlar. Kant ise akla hem de saf akla hitap eden ve sadece saf akıl ile haz alınan bir güzellik olarak kabul eder minimalizmi.  Sadelik, 1960’larda modern sanat ve müzikte “minimalizm akımı” olarak değerini bulur. Görsel sanatlar...

25+

Moralle devam… 46 yaşındayım. Kendi sektörümde 25. yılım. 25 yılda 4 farklı teknoloji gördüm. Telesine cihazı, 1 inç bantlar, betacamlar, analog sistem ve bu sistemlerden dijital bir dünyaya geçiş. Kurgunun dijital sistemlere taşınması ve son olarak sosyal ağlar, dijital içerikler, akıllı telefonlarla değişen iş ve iş yapma biçimleri ve giderek her şeyin dijital olması. Her fırsatta tekrarlıyorum. Bu işe aşığım. Asla bir konuda “tamam artık her şeyi öğrendim”diyemiyorsunuz. Sanırım işin en sihirli yanı. Burada iki noktayı birbirine karıştırmamak gerekiyor. Günlük, anlık olarak yenilenme ve öğrenme ile kendinize format atacak kadar yenilikçi öğrenme birbirinden farklı şeyler. Biri sizi günceller ama diğeri sizi değiştirir, dönüştürür. Hele bir de benim gibi sürekli yeni bir şeyler öğrenme ve deneyimleme peşinde iseniz yani öğrenmeyi seviyorsanız iletişim sektörüne giren, girmeyi düşünen, yeni girmiş olan ya da umutsuzca bu sektörden bir şey olmaz diyenler size sesleniyorum; “Morale...

SOSYAL MESAFE "BİRDENBİRE"

Çin’in Wuhan kentinde ilk Covid-19 vakası açıklandığında hayat normal seyrinde devam ediyordu. Hemen hemen herkesin en az bir sosyal medya hesabı vardı ve her zamanki paylaşımlar yapılıyordu. Çin’de başlayan, dünyayı saran salgın bize sanki hiç gelmeyecekmiş gibi davranıyorduk. Taaki 11 Mart 2020’de Türkiye’de ilk Covid-19 vakası açıklanana kadar.  Hastalığa yakalananların sayısı önce 1, sonra 5, sonra 25, 50 derken kısa sürede 1000’leri buldu. Ve ölümler… 17 Mart’ta ilk ölüm açıklandı. Demek gerçekten bu hastalıktan ölünebiliyordu.   Umre’ye giden Hacılar dendi önce yurtdışına gidip gelen tarifeli uçak seferleri gözden kaçtı ya da yük taşımacılığı yapan uluslararası nakliyat gemileri.  Toplum “duyarlılar” ve “duyarsızlar” olarak ikiye ayrılmıştı sanki. Bir grup işin ciddiyetini hemen kavrayıp tedbirler alıp, korunma çağrılarına uyarken, diğer grup sanki kendine hiç uğramayacakmışcasına umarsız hatta tenkit edildiğinde görevlinin yüzüne tükürecek kadar da cahil olabilmişt...