Ana içeriğe atla

SİBEL VERSUS FİDAN


Meslek hayatım yapım yardımcılığı ile başladı. 3 yıllık bir TRT geçmişinden sonra yönetmenlik, muhabirlik, metin yazarlığıyla devam etti. Arada kendi mesleğimi yapamadığım bir dönemim de oldu; 6 ay kadar baz istasyonu kuran hatırı sayılır bir şirkette bile çalıştım yani. Son 10 yıldır tutarlı bir şekilde reklam ve prodüksiyon işleri yapıyorum. Bunun son beşi yöneticilikle geçti. Şimdi iyi de bize ne bundan diyebilirsiniz. Hemen konuya giriyorum.

Ada doğmadan önce gayet aktif bir şekilde çalışıyordum kısacası. Gündüzleri metinler yazıp, çekimlere gidiyor, geceleri de metinlerini yazdığım tanıtım filmlerinin, televizyon programlarının montajlarına kalıyordum. Sıkı bir iş rutini... Gece çalışmak bir rutin olmuştu gerçekten. Bilenler bilir.! Bu acımasız iş temposundan hiç şikayetçi olmadım, bilakis bu işimin bir parçası deyip kendi kendimi teskin ettim hep. Ada’nın doğumuna 10 gün kala izne ayrıldım ve Ada üç aylık olana kadar onunlaydım sürekli. ‘Doğum sonrası bunalıma giren anneler var’ filan gibi efsaneleri de biliyor hatta ben de böyle bir psikolojik hale kapılıp kapılmayacağımı merak ediyordum. (Bu arada bir parantez açmak isterim ki evlilik, doğum, sevdiklerinin ölümü; işte bunlar hayatta yaşanmadan fikir sahibi olunabilecek mevzular değil. İnsan kendini ne kadar iyi tanısa da hepsinde yeniden keşfediyor ağrılı, sanrılı, acılı yanlarını... ) Ne diyorduk evet ben Ada doğunca bunalıma giren bir anne olmadım. Onu hemen sahiplenip sanki yıllardır onunla yaşıyormuşcasına sakin ve gayet mutlu bir şekilde hayatıma devam ettim. Çay karıştırırken bile uyuyabilme kapasitesine (uyku maceralerımı ayrıca anlatacağım) sahip olan ben geceleri cin gibi uyanıyor, Ada’nın sütüne yetişiyor, 
kakası’nı temizliyordum. Doğrusu bu bana bir terapi hatta bir dinlenme gibi gelmişti (yeni doğmuş bir bebeğe bakmak bir dinlenme gibi geliyor ne yoğun çalıştığımı varın siz tayin edin). Derken o acılı iş günlerim geldi çattı, ben tekrar çalışmaya başladım. Baz istasyonu kurma çabaları ve 212 sözü ile 6 ay neredeyse yol parasına çalıştığım gazeteden sonra işsiz kalma korkusuyla tıpış tıpış işime geri döndüm. Ya bundan sonra evinin kadını ya da kendi ayakları üzerinde duran ‘çocuk da yaparım kariyer de’ diyen biri olacaktım. Ben b şıkkını seçtim. Bu seçimi yaparken sadece kendimi değil Ada’nın geleceğini, imkanlarla dolu güzel bir geleceği de düşündüm tabiii ki! Fidan bunun neresinde işte tam burasında. Ben bu seçimi yaparken Fidan bir hızır gibi yetişti. Okuldan arkadaşım Mutlu’yu sevgiyle anmak isterim ki Fidan’ı bana Mutlu getirdi. Üç aylık savunmasız bir bebeği hiç tanımadığım birine bırakıp işe gidebilme cesaretini bana Mutlu’nun Fidan hakkında söylediği güzel sözler verdi. Kısa bir süre annemde bizimle birlikteydi... Sonra annem evine, ben işime, Fidan Ada’ya kavuştu. 4 yıl baktı Fidan Ada’ya. Ona bakıcı demek bazen bana bile garip geliyor o ailemizden bir parça. Oğlu’yla, kocasıyla ve sessiz sakin duruşuyla Fidan bize yabancı birini ne kadar çok sevebileceğimizi öğretti. Sonra ne mi oldu? Sonra bir gün üzülerek Ada’yı Fidan’dan ayırıp kreşe gönderdik. Artık eğitim alması gerekiyordu. Birden farkettim ki evimizde bir boşluk var. Fidan’sız olmuyor. O'nu hafta sonları bize gelmesi için ikna edip geri çağırdık.

Bugün Ada’yı Fidan’a beni şikayet ederken yakaladım. Fidan Ada’nın sadece bakıcısı değil sırdaşı da olmuştu. Halbuki ben kısıtlı zamanlarımda Ada’yı ‘kızkıza takılalım senle’ ‘anne kız giyinip süslenelim vb.’ cümlelerle kafalayıp, O’nunla kanki olmaya çalışıyordum. Fidan benden hızlı çıktı. Yoğun çalışan bir yönetici, bir eş ve en önemlisi Ada’ya hakettiği ilgiyi göstermek zorunda olan bir anne olarak işim hiç kolay değil... Ayrıca evlatlık, kardeşlik, gelinlik, kuzenlik, arkadaşlık gibi hatırı sayılır rollerim de var ...ki ben bu arada yarım kalan tezimi de bitirmeye çalışıyorum... delirmiş olmalıyım! Bu saydıklarımdan bazılarında fire verdiğimin farkındayım elbette ama sonuçta ben de bir insanım. Tek tesellim Ada’nın sevgiyle büyüyor olması.


Ahh Fidan ahhh yaktın beni! Sevgide sorun yok da ilgi de yine geç kaldım...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SOSYAL MESAFE "BİRDENBİRE"

Çin’in Wuhan kentinde ilk Covid-19 vakası açıklandığında hayat normal seyrinde devam ediyordu. Hemen hemen herkesin en az bir sosyal medya hesabı vardı ve her zamanki paylaşımlar yapılıyordu. Çin’de başlayan, dünyayı saran salgın bize sanki hiç gelmeyecekmiş gibi davranıyorduk. Taaki 11 Mart 2020’de Türkiye’de ilk Covid-19 vakası açıklanana kadar.  Hastalığa yakalananların sayısı önce 1, sonra 5, sonra 25, 50 derken kısa sürede 1000’leri buldu. Ve ölümler… 17 Mart’ta ilk ölüm açıklandı. Demek gerçekten bu hastalıktan ölünebiliyordu.   Umre’ye giden Hacılar dendi önce yurtdışına gidip gelen tarifeli uçak seferleri gözden kaçtı ya da yük taşımacılığı yapan uluslararası nakliyat gemileri.  Toplum “duyarlılar” ve “duyarsızlar” olarak ikiye ayrılmıştı sanki. Bir grup işin ciddiyetini hemen kavrayıp tedbirler alıp, korunma çağrılarına uyarken, diğer grup sanki kendine hiç uğramayacakmışcasına umarsız hatta tenkit edildiğinde görevlinin yüzüne tükürecek kadar da cahil olabilmişt...

FİKRİMİN UZUN İNCE YOLU

İletişim sektörüne gireli 20 yıl oldu. 20 yıla neler neler sığdırmışım. Bugün dönüp bakınca ben bile şaşırıyorum.  TRT’de yapım asistanlığı ile başlayan serüvenim, sektörün farklı alanlarında çalışmama imkan sağlayacak kadar renkli ve zorluydu. Televizyon, gazete ve reklam ajanslarında çalışmak bana muhabirlik, metin yazarlığı, televizyon programcılığı (canlı-cansız her türlüsü), yönetmenlik, yapımcılık, koordinatörlük, ajans yöneticiliği ve son olarak bu koca listeye uluslararası projelerde iletişim uzmanlığı yapma imkanı sundu. Üniversitede iken “ne iş olsa yaparım abi” demeyin diye bize öğüt veren hocalarımıza, sektörde pek kulak asma şansı bulamadım. Sanırım yelpaze biraz mecburiyetten biraz da bu işlere fazlaca kafa yormaktan ve fazlaca gönül vermekten ötürü genişledi de genişledi. Ancak bir yerde bir yanlış vardı. Bu başlıkların her biri ayrı bir uzmanlık alanı değil miydi? Evet. Kesinlikle öyle. Bundan sonraki yolumda işte tüm bu uzmanlıkların dağarcığımda bıraktığı tecrüb...

25+

Moralle devam… 46 yaşındayım. Kendi sektörümde 25. yılım. 25 yılda 4 farklı teknoloji gördüm. Telesine cihazı, 1 inç bantlar, betacamlar, analog sistem ve bu sistemlerden dijital bir dünyaya geçiş. Kurgunun dijital sistemlere taşınması ve son olarak sosyal ağlar, dijital içerikler, akıllı telefonlarla değişen iş ve iş yapma biçimleri ve giderek her şeyin dijital olması. Her fırsatta tekrarlıyorum. Bu işe aşığım. Asla bir konuda “tamam artık her şeyi öğrendim”diyemiyorsunuz. Sanırım işin en sihirli yanı. Burada iki noktayı birbirine karıştırmamak gerekiyor. Günlük, anlık olarak yenilenme ve öğrenme ile kendinize format atacak kadar yenilikçi öğrenme birbirinden farklı şeyler. Biri sizi günceller ama diğeri sizi değiştirir, dönüştürür. Hele bir de benim gibi sürekli yeni bir şeyler öğrenme ve deneyimleme peşinde iseniz yani öğrenmeyi seviyorsanız iletişim sektörüne giren, girmeyi düşünen, yeni girmiş olan ya da umutsuzca bu sektörden bir şey olmaz diyenler size sesleniyorum; “Morale...