Ana içeriğe atla

VAZGEÇMEK YA DA VAZGEÇEBİLMEK


Vazgeçmek üzerine bir yazı okudum. Vazgeçebilmenin erdemi üzerineydi yazı. “Sizi mutsuz eden bir işten, yiyip bitiren kariyerden vazgeçin” diyordu. Sizi mutsuz eden bir işten ayrılmanın erdeminden bahsediyordu. 

Düşündüm. İnsan nelerden vazgeçebilir? 

Bir kadın olarak tırnaklarınızla yarattığınız bir işten vazgeçmenin, sadece bir işten vazgeçmek olmadığını nereden bilecekti? Bebeğini bırakarak işe koşmanın zorluğunu, kurulamayan sofraların huzursuzluğunu, çoğu zaman aileye tercih edilen işin size bir türlü cevap veremeyişini? Geç kaldığınızda suratınıza kapatılan telefonları ve her şeye rağmen güçlü kadın imajına gülümseyerek devam etme zorundalığının zorluğunu nereden bilecekti? Bir işten vazgeçmenin sadece bir işten vazgeçmek olmadığını nereden bilecekti? O güne kadar yaptığınız tüm tercihlerden, savunduğunuz tüm yalanlardan, zorladığınız tüm sınırlardan vazgeçmek… Daha kapıdayken iş yükünü hissettiğiniz, ne istediğini suratındaki ifadeden kestirdiğiniz, yüzünüze baktığı zaman söyleyebileceklerini gözünden okuduğunuz bir patrondan da vazgeçmek olduğunu... Sevdiği, kızdığı, öfkelendiği, imrendiği, hayıflandığı her şey için ben ne yapabilirim ya da neyi eksik yaptım diye düşünmekten ya da benim yüzümden mi diye sorgulamaktan da vazgeçmek olduğunu…İyi bir öğretici karşısındaki hep öğrenci olma konumundan, bu nedenle hep takdir edilmeyi beklemekten, onaylanma duygusundan da vazgeçmek… Şifreleri tarafınızca ezbere bilinen tüm alışkanlıklardan vazgeçmek olduğunu nereden bilecekti? 

İşte ben, beni mutsuz eden bir işten ayrılırken sadece bir işten değil tüm bunlardan vazgeçtim. Kolay değil vazgeçmek ama imkansız da değil. Eğer bu bir erdemse ben bu erdemi ağır bir şekilde tecrübeyle sabitledim… 

Mart, 2013

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

25+

Moralle devam… 46 yaşındayım. Kendi sektörümde 25. yılım. 25 yılda 4 farklı teknoloji gördüm. Telesine cihazı, 1 inç bantlar, betacamlar, analog sistem ve bu sistemlerden dijital bir dünyaya geçiş. Kurgunun dijital sistemlere taşınması ve son olarak sosyal ağlar, dijital içerikler, akıllı telefonlarla değişen iş ve iş yapma biçimleri ve giderek her şeyin dijital olması. Her fırsatta tekrarlıyorum. Bu işe aşığım. Asla bir konuda “tamam artık her şeyi öğrendim”diyemiyorsunuz. Sanırım işin en sihirli yanı. Burada iki noktayı birbirine karıştırmamak gerekiyor. Günlük, anlık olarak yenilenme ve öğrenme ile kendinize format atacak kadar yenilikçi öğrenme birbirinden farklı şeyler. Biri sizi günceller ama diğeri sizi değiştirir, dönüştürür. Hele bir de benim gibi sürekli yeni bir şeyler öğrenme ve deneyimleme peşinde iseniz yani öğrenmeyi seviyorsanız iletişim sektörüne giren, girmeyi düşünen, yeni girmiş olan ya da umutsuzca bu sektörden bir şey olmaz diyenler size sesleniyorum; “Morale...

SADELİK ÜZERİNE

Leonardo da Vinci, sadelik en yüksek gelişmişlik düzeyidir der. Platon önümüzü görmenin formülünü, günlük hayatın mekanizmasını sadeleştirmek olarak sunar. Sadelik…  Tüketim çılgınlığından sıkılanların mutlu olma biçimi ve günlük yaşamda yeni trend. Sade yaşamı benimseyen insanların ortak özelliklerine bakın. Bir ideal uğrunda koşarlar. Kesinlik ve netlik duyguları gelişkindir. İç dünyalarındaki uyumun ölçüsü kendilerindedir. Dünyaya karşı sorumluluk hissederler. Sanatta sadelik ise, tıpkı yaşamdaki sadelik gibi değerli... Özel... Sadelik insanlık tarihi kadar eski. Descartes, “karmaşık şeylerin güzel olduğunu düşünmek insanların ortak yanlışıdır” der. Hegel, minimalist yaklaşımı, sade ama basit olmayan, yalın ama yavan olmayan bir güzellik olarak tanımlar. Kant ise akla hem de saf akla hitap eden ve sadece saf akıl ile haz alınan bir güzellik olarak kabul eder minimalizmi.  Sadelik, 1960’larda modern sanat ve müzikte “minimalizm akımı” olarak değerini bulur. Görsel sanatlar...

SOSYAL MESAFE "BİRDENBİRE"

Çin’in Wuhan kentinde ilk Covid-19 vakası açıklandığında hayat normal seyrinde devam ediyordu. Hemen hemen herkesin en az bir sosyal medya hesabı vardı ve her zamanki paylaşımlar yapılıyordu. Çin’de başlayan, dünyayı saran salgın bize sanki hiç gelmeyecekmiş gibi davranıyorduk. Taaki 11 Mart 2020’de Türkiye’de ilk Covid-19 vakası açıklanana kadar.  Hastalığa yakalananların sayısı önce 1, sonra 5, sonra 25, 50 derken kısa sürede 1000’leri buldu. Ve ölümler… 17 Mart’ta ilk ölüm açıklandı. Demek gerçekten bu hastalıktan ölünebiliyordu.   Umre’ye giden Hacılar dendi önce yurtdışına gidip gelen tarifeli uçak seferleri gözden kaçtı ya da yük taşımacılığı yapan uluslararası nakliyat gemileri.  Toplum “duyarlılar” ve “duyarsızlar” olarak ikiye ayrılmıştı sanki. Bir grup işin ciddiyetini hemen kavrayıp tedbirler alıp, korunma çağrılarına uyarken, diğer grup sanki kendine hiç uğramayacakmışcasına umarsız hatta tenkit edildiğinde görevlinin yüzüne tükürecek kadar da cahil olabilmişt...