Ana içeriğe atla

İNSAN KALBİNE İNANIRIM BEN

İnsanların enerjilerine inanırım ben. O enerjiler ki insanları güzel ya da çirkin yapar. İnsanın yüzüne vurur enerjisi. Hem de sıradan bir gözün bile hemen farkedebileceği derecede. Kalbini sağlam tutanların enerjisi yüksek olur. Paylaşabilen, iyiliğe hakkını veren, övgüden korkmayan, haksız yere yermeyenlerin kalbi sağlam durur. "Güzel insan" deriz. Yanlarında kendimizi rahat hissederiz. Yormaz yani bizi. Germez. Kendi de gerilmez. Pozitiftir onların enerjileri. Sizi dinlemesini bilir. Onlara bir şeyler anlatmak ayrı bir keyiftir. Ciddiye alındığınızı hissedersiniz yanlarında. Yanınızdan hiç ayırmak istemediğiniz yastığınız, en sevdiğiniz kitabınız, kendinize en çok yakıştırdığınız kıyafetiniz gibidir onlar ve ne yazık ki onlar etrafımızda çok fazla yoklar. (Benim etrafımda çok var öyle insanlar diyorsanız doğrusu çok şanslısınız:)) Bazıları ise rahatsızlık verir insana. Adını koyamazsınız… Durup dururken afakanlar basar onların yanında. "Elektriğim tutmadı", "bana göre değil", hatta daha ileri gidip "bu adamı/kadını görünce başıma ağrılar giriyor" dersiniz. İşte onların enerjisi negatiftir. Annemin deyişi ile- kalpleri çürümüştür onların. Bir de enerjisizler var... Ne iyi diyebilirsiniz onlara ne de kötü… Taraf da değildir onlar bertaraf da. Olsalar da olur olmasalar da... Ama yazık onlara. İnsan sonuçta. Ben buradayım demek, sevdiğini haykırmak, sevmediğini de… Hatta sevmediğini söyleyebilecek kadar cesur davranabilmek. Kıvırtmadan yaşamak yani. Enerjisizleri görünce, negatif enerjiye bile sempati duyar hale gelirsiniz. İnsan kalbine inanırım ben… Pozitif olmanın güzelliğine. Yaptığınız iyiliklerin er ya da geç size iyilik olarak döneceğine… Kötülüklerin ise bir gün mutlaka ayaklarınıza dolanacağına… Bu nedenle sinirimden çatlasam da beddua etmem (doğrusu beddua etmeme konusunda Göksel’ciğimin üzerimde çok emeği var). Bu gibi tartışmalı ve zor durumları Tanrı’ya havale ederim. Bilirim ki O’nun değirmenleri geç ama iyi öğütecektir. Annem hep “sen kalbini sağlam tut gerisi nasılsa gelir” der. Bütün otoritesinin yanında sevgi ve emek yüklü bir anne benimki, tüm anneler gibi. Bize hep iyiliği öğretti annem. Kendime kızıyorum şimdi. Bana binbir emekle öğretilmiş bu güzellikleri unutmaya başladığım için. İçimdeki heyecanların bir bir ölüşünü seyrettiğim, Saim Abi'min ifadesiyle "yaşam böcüklerimin ölmesine" izin verdiğim ve hiçbirşey yapmadan öylece baktığım için kızıyorum kendime. Hepimizin kalbi iyiliklerle dolsun ama illa ki enerjimiz olsun. Lütfen benimki pozitif olsun. Yeniden ama mümkünse hemen…

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

SADELİK ÜZERİNE

Leonardo da Vinci, sadelik en yüksek gelişmişlik düzeyidir der. Platon önümüzü görmenin formülünü, günlük hayatın mekanizmasını sadeleştirmek olarak sunar. Sadelik…  Tüketim çılgınlığından sıkılanların mutlu olma biçimi ve günlük yaşamda yeni trend. Sade yaşamı benimseyen insanların ortak özelliklerine bakın. Bir ideal uğrunda koşarlar. Kesinlik ve netlik duyguları gelişkindir. İç dünyalarındaki uyumun ölçüsü kendilerindedir. Dünyaya karşı sorumluluk hissederler. Sanatta sadelik ise, tıpkı yaşamdaki sadelik gibi değerli... Özel... Sadelik insanlık tarihi kadar eski. Descartes, “karmaşık şeylerin güzel olduğunu düşünmek insanların ortak yanlışıdır” der. Hegel, minimalist yaklaşımı, sade ama basit olmayan, yalın ama yavan olmayan bir güzellik olarak tanımlar. Kant ise akla hem de saf akla hitap eden ve sadece saf akıl ile haz alınan bir güzellik olarak kabul eder minimalizmi.  Sadelik, 1960’larda modern sanat ve müzikte “minimalizm akımı” olarak değerini bulur. Görsel sanatlar...

FİKRİMİN UZUN İNCE YOLU

İletişim sektörüne gireli 20 yıl oldu. 20 yıla neler neler sığdırmışım. Bugün dönüp bakınca ben bile şaşırıyorum.  TRT’de yapım asistanlığı ile başlayan serüvenim, sektörün farklı alanlarında çalışmama imkan sağlayacak kadar renkli ve zorluydu. Televizyon, gazete ve reklam ajanslarında çalışmak bana muhabirlik, metin yazarlığı, televizyon programcılığı (canlı-cansız her türlüsü), yönetmenlik, yapımcılık, koordinatörlük, ajans yöneticiliği ve son olarak bu koca listeye uluslararası projelerde iletişim uzmanlığı yapma imkanı sundu. Üniversitede iken “ne iş olsa yaparım abi” demeyin diye bize öğüt veren hocalarımıza, sektörde pek kulak asma şansı bulamadım. Sanırım yelpaze biraz mecburiyetten biraz da bu işlere fazlaca kafa yormaktan ve fazlaca gönül vermekten ötürü genişledi de genişledi. Ancak bir yerde bir yanlış vardı. Bu başlıkların her biri ayrı bir uzmanlık alanı değil miydi? Evet. Kesinlikle öyle. Bundan sonraki yolumda işte tüm bu uzmanlıkların dağarcığımda bıraktığı tecrüb...

25+

Moralle devam… 46 yaşındayım. Kendi sektörümde 25. yılım. 25 yılda 4 farklı teknoloji gördüm. Telesine cihazı, 1 inç bantlar, betacamlar, analog sistem ve bu sistemlerden dijital bir dünyaya geçiş. Kurgunun dijital sistemlere taşınması ve son olarak sosyal ağlar, dijital içerikler, akıllı telefonlarla değişen iş ve iş yapma biçimleri ve giderek her şeyin dijital olması. Her fırsatta tekrarlıyorum. Bu işe aşığım. Asla bir konuda “tamam artık her şeyi öğrendim”diyemiyorsunuz. Sanırım işin en sihirli yanı. Burada iki noktayı birbirine karıştırmamak gerekiyor. Günlük, anlık olarak yenilenme ve öğrenme ile kendinize format atacak kadar yenilikçi öğrenme birbirinden farklı şeyler. Biri sizi günceller ama diğeri sizi değiştirir, dönüştürür. Hele bir de benim gibi sürekli yeni bir şeyler öğrenme ve deneyimleme peşinde iseniz yani öğrenmeyi seviyorsanız iletişim sektörüne giren, girmeyi düşünen, yeni girmiş olan ya da umutsuzca bu sektörden bir şey olmaz diyenler size sesleniyorum; “Morale...