İnsanların enerjilerine inanırım ben.
O enerjiler ki insanları güzel ya da çirkin yapar.
İnsanın yüzüne vurur enerjisi.
Hem de sıradan bir gözün bile hemen farkedebileceği derecede.
Kalbini sağlam tutanların enerjisi yüksek olur.
Paylaşabilen, iyiliğe hakkını veren, övgüden korkmayan, haksız yere yermeyenlerin kalbi sağlam durur.
"Güzel insan" deriz.
Yanlarında kendimizi rahat hissederiz.
Yormaz yani bizi. Germez. Kendi de gerilmez.
Pozitiftir onların enerjileri. Sizi dinlemesini bilir.
Onlara bir şeyler anlatmak ayrı bir keyiftir.
Ciddiye alındığınızı hissedersiniz yanlarında.
Yanınızdan hiç ayırmak istemediğiniz yastığınız, en sevdiğiniz kitabınız, kendinize en çok yakıştırdığınız kıyafetiniz gibidir onlar ve ne yazık ki onlar etrafımızda çok fazla yoklar.
(Benim etrafımda çok var öyle insanlar diyorsanız doğrusu çok şanslısınız:))
Bazıları ise rahatsızlık verir insana. Adını koyamazsınız…
Durup dururken afakanlar basar onların yanında.
"Elektriğim tutmadı", "bana göre değil", hatta daha ileri gidip "bu adamı/kadını görünce başıma ağrılar giriyor" dersiniz. İşte onların enerjisi negatiftir.
Annemin deyişi ile- kalpleri çürümüştür onların.
Bir de enerjisizler var...
Ne iyi diyebilirsiniz onlara ne de kötü… Taraf da değildir onlar bertaraf da.
Olsalar da olur olmasalar da... Ama yazık onlara. İnsan sonuçta.
Ben buradayım demek, sevdiğini haykırmak, sevmediğini de… Hatta sevmediğini söyleyebilecek kadar cesur davranabilmek. Kıvırtmadan yaşamak yani.
Enerjisizleri görünce, negatif enerjiye bile sempati duyar hale gelirsiniz.
İnsan kalbine inanırım ben… Pozitif olmanın güzelliğine.
Yaptığınız iyiliklerin er ya da geç size iyilik olarak döneceğine…
Kötülüklerin ise bir gün mutlaka ayaklarınıza dolanacağına…
Bu nedenle sinirimden çatlasam da beddua etmem (doğrusu beddua etmeme konusunda Göksel’ciğimin üzerimde çok emeği var). Bu gibi tartışmalı ve zor durumları Tanrı’ya havale ederim.
Bilirim ki O’nun değirmenleri geç ama iyi öğütecektir.
Annem hep “sen kalbini sağlam tut gerisi nasılsa gelir” der.
Bütün otoritesinin yanında sevgi ve emek yüklü bir anne benimki, tüm anneler gibi.
Bize hep iyiliği öğretti annem. Kendime kızıyorum şimdi.
Bana binbir emekle öğretilmiş bu güzellikleri unutmaya başladığım için.
İçimdeki heyecanların bir bir ölüşünü seyrettiğim, Saim Abi'min ifadesiyle "yaşam böcüklerimin ölmesine" izin verdiğim ve hiçbirşey yapmadan öylece baktığım için kızıyorum kendime.
Hepimizin kalbi iyiliklerle dolsun ama illa ki enerjimiz olsun. Lütfen benimki pozitif olsun. Yeniden ama mümkünse hemen…
Çin’in Wuhan kentinde ilk Covid-19 vakası açıklandığında hayat normal seyrinde devam ediyordu. Hemen hemen herkesin en az bir sosyal medya hesabı vardı ve her zamanki paylaşımlar yapılıyordu. Çin’de başlayan, dünyayı saran salgın bize sanki hiç gelmeyecekmiş gibi davranıyorduk. Taaki 11 Mart 2020’de Türkiye’de ilk Covid-19 vakası açıklanana kadar. Hastalığa yakalananların sayısı önce 1, sonra 5, sonra 25, 50 derken kısa sürede 1000’leri buldu. Ve ölümler… 17 Mart’ta ilk ölüm açıklandı. Demek gerçekten bu hastalıktan ölünebiliyordu. Umre’ye giden Hacılar dendi önce yurtdışına gidip gelen tarifeli uçak seferleri gözden kaçtı ya da yük taşımacılığı yapan uluslararası nakliyat gemileri. Toplum “duyarlılar” ve “duyarsızlar” olarak ikiye ayrılmıştı sanki. Bir grup işin ciddiyetini hemen kavrayıp tedbirler alıp, korunma çağrılarına uyarken, diğer grup sanki kendine hiç uğramayacakmışcasına umarsız hatta tenkit edildiğinde görevlinin yüzüne tükürecek kadar da cahil olabilmişt...
may the force be with you...
YanıtlaSil