Ana içeriğe atla

YAŞASIN DİZİ SEZONU AÇILDI



‘aaaaay sen dizi mi seyrediyorsun? İnanmıyorum yaaaa!’ ‘ben hiç dizi seyretmiyorum. Tahammülüm yok o saçma sapan Türk dizilerine’ ‘valla ben cnbc-e dizilerini seyrediyorum sadece çok kaliteli oluyor onlar’ etrafımda bu ve buna benzer cümleleri söyleyen çok arkadaşım, eşim, dostum var. Ama şunu açık yüreklilikle söylüyorum ki ‘ben seviyorum ve severek izliyorum Türk dizilerini’ hepsini değil elbette ama seçtiklerimi ve bunu açıkça söylemekten de hiç imtina etmiyorum. 
Kimine göre zaman kaybı, kimine göre bayağı bir davranış… Ben hiç öyle düşünmüyorum ve kendimce de çok haklı nedenlerim var. Öncelikle, prodüksiyonun zorluklarını bilerek izlerim dizileri... En kötüsünü yapana da emeğinden ve çabasından ötürü saygı duyarım -iyilere şapka çıkarmak koşuluyla!- Kötü prodüksiyonları alkışlayalım, işini özensiz yapanları görmezden gelelim demiyorum ama eleştirirken de çok acımasız olmamak gerekir diye düşünürüm.

Bir başka nedenim; dizilerin sektöre can vermesi tabi ki. Yerli yapımların artması herşeyden önce sayıları binleri bulan işsiz çok sayıda meslektaşımıza iş alanı yarattı. Sektöre yeni adım atanlar için de harika bir fırsat oldu. Bizim zamanımızda bugünkü gibi bir dizi furyası olsaydı, belki ben de bu dizilerden birini yöneten yazan çizen biri olabilirdim! Neyse gençler fırsatı değerlendirsinler bence. Yapım yardımcılığı kostüm-makyaj filan bir yerlerden başlasınlar.

Ve bir başka neden. Netvizyon'un sonsuz koşturmacalarından sonra balona dönmüş kafayı nasıl boşaltırım? Tabi bu koşuşturma içinde eve birilerini çağırmak, sohbet etmek, kek börek yapmak pek mümkün olmuyor. Daha doğrusu zor geliyor ama dizileri bir başka dizi severle seyretmek te ayrı bir keyif oluyor. Yani Melekler Korusun'u izlemek isterseniz kekinizi yapıp getirin ya da önceden haber verin ben yapayım ama n'olur aynı gün haber vermeyin zira hem yemek, hem kek, hem de Ada biraz zor... İşten geç saatlerde çıkıp eve geldiğimde yemek telaşından sonra televizyonun başına geçmenin keyfini hiç birşeye değişmem. Hiçbirşey düşünmeden kendimi bir aşk öyküsünün, bir dramın, bir komedinin kollarına atmak...

Seyrettiklerimi şöyle bir gözden geçirecek olursak liste başında geçen sezon Asi ve Dudaktan Kalbe vardı... Melekler Korusun ve Bir Bulut Olsam peşisıra eklendi. Kınalı Yapıncak'ın Hüseyin Kenan için ölmek üzereyken olaylar zincirinin sonunda Cemil’e tarif edilemez bir aşkla bağlanması izlenmeye değerdi. Özgür ile Barış’ın bir türlü birbirine açılamaması, Demir ile Asi’nin yanlış anlamalarla boşa geçen zamanları, Cevahir ile Kara Bilal’in mücadelesi, Bihter ile Behlül’ün yasak aşkı, Narin’in narin halleri ve çare arayışları tabiii bunlar başroller arasında yaşananlar. Bir de yardımcı karakterler var ki dizileri asıl zenginleştiren, sevdiren, hissettirmeden kendine bağlayanlar işte onlar. O gizli kahramanlar. Bu sezon liste genişledi. Geniş Aile, Hanımın Çiftliği ve yeni keşfettim Es-Es...

Sonra dizilerin karakterleriyle bağ kuruyorum ben bir kere. Hatta kendimi iyice kaptırırsam arkadaşım, eşim dostum gibi hissediyorum bazılarını.
Benim dizilere olan bağımlılığım itiraf etmeliyim ki sonunda Ada’ya da sirayet etti. Antalya’dan heyecanla beni arayıp dili döndüğü kadarıyla ‘anne televizyonu aç, Aşk-ı Mennu başliycak! Ben Niyal’i seçtim anne sen kimi seçtin?’ noktasına kadar gitti. Bu durum O’nun yaşında bir çocuk için biraz fazla ama bunda Ada’nın zekasını küçümsemeyin herşeyi fazlasıyla doğru algılayan bir çocuk.

Sözün kısası Göksel sevmese de sevinmese de dizi sezonu başladı. Evdeki üç televizyon artık daha aktif olarak çalışacak. Korkmayın bütün dizileri seyretmiyorum sadece adını saydıklarımı izliyorum -bir de altını çizmek isterim -içinde aşk öyküsü geçmeyenleri seyretmiyorum !!!!!!!!!

Dizilerin içerikleri ile ilgili yorumlarım için biraz daha bekleyeceksiniz zira henüz havaya girmedim. Malum sezon yeni başladı uzun bir ayrılık girdi aramıza. Yakındır çok yakın…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SOSYAL MESAFE "BİRDENBİRE"

Çin’in Wuhan kentinde ilk Covid-19 vakası açıklandığında hayat normal seyrinde devam ediyordu. Hemen hemen herkesin en az bir sosyal medya hesabı vardı ve her zamanki paylaşımlar yapılıyordu. Çin’de başlayan, dünyayı saran salgın bize sanki hiç gelmeyecekmiş gibi davranıyorduk. Taaki 11 Mart 2020’de Türkiye’de ilk Covid-19 vakası açıklanana kadar.  Hastalığa yakalananların sayısı önce 1, sonra 5, sonra 25, 50 derken kısa sürede 1000’leri buldu. Ve ölümler… 17 Mart’ta ilk ölüm açıklandı. Demek gerçekten bu hastalıktan ölünebiliyordu.   Umre’ye giden Hacılar dendi önce yurtdışına gidip gelen tarifeli uçak seferleri gözden kaçtı ya da yük taşımacılığı yapan uluslararası nakliyat gemileri.  Toplum “duyarlılar” ve “duyarsızlar” olarak ikiye ayrılmıştı sanki. Bir grup işin ciddiyetini hemen kavrayıp tedbirler alıp, korunma çağrılarına uyarken, diğer grup sanki kendine hiç uğramayacakmışcasına umarsız hatta tenkit edildiğinde görevlinin yüzüne tükürecek kadar da cahil olabilmişt...

FİKRİMİN UZUN İNCE YOLU

İletişim sektörüne gireli 20 yıl oldu. 20 yıla neler neler sığdırmışım. Bugün dönüp bakınca ben bile şaşırıyorum.  TRT’de yapım asistanlığı ile başlayan serüvenim, sektörün farklı alanlarında çalışmama imkan sağlayacak kadar renkli ve zorluydu. Televizyon, gazete ve reklam ajanslarında çalışmak bana muhabirlik, metin yazarlığı, televizyon programcılığı (canlı-cansız her türlüsü), yönetmenlik, yapımcılık, koordinatörlük, ajans yöneticiliği ve son olarak bu koca listeye uluslararası projelerde iletişim uzmanlığı yapma imkanı sundu. Üniversitede iken “ne iş olsa yaparım abi” demeyin diye bize öğüt veren hocalarımıza, sektörde pek kulak asma şansı bulamadım. Sanırım yelpaze biraz mecburiyetten biraz da bu işlere fazlaca kafa yormaktan ve fazlaca gönül vermekten ötürü genişledi de genişledi. Ancak bir yerde bir yanlış vardı. Bu başlıkların her biri ayrı bir uzmanlık alanı değil miydi? Evet. Kesinlikle öyle. Bundan sonraki yolumda işte tüm bu uzmanlıkların dağarcığımda bıraktığı tecrüb...

25+

Moralle devam… 46 yaşındayım. Kendi sektörümde 25. yılım. 25 yılda 4 farklı teknoloji gördüm. Telesine cihazı, 1 inç bantlar, betacamlar, analog sistem ve bu sistemlerden dijital bir dünyaya geçiş. Kurgunun dijital sistemlere taşınması ve son olarak sosyal ağlar, dijital içerikler, akıllı telefonlarla değişen iş ve iş yapma biçimleri ve giderek her şeyin dijital olması. Her fırsatta tekrarlıyorum. Bu işe aşığım. Asla bir konuda “tamam artık her şeyi öğrendim”diyemiyorsunuz. Sanırım işin en sihirli yanı. Burada iki noktayı birbirine karıştırmamak gerekiyor. Günlük, anlık olarak yenilenme ve öğrenme ile kendinize format atacak kadar yenilikçi öğrenme birbirinden farklı şeyler. Biri sizi günceller ama diğeri sizi değiştirir, dönüştürür. Hele bir de benim gibi sürekli yeni bir şeyler öğrenme ve deneyimleme peşinde iseniz yani öğrenmeyi seviyorsanız iletişim sektörüne giren, girmeyi düşünen, yeni girmiş olan ya da umutsuzca bu sektörden bir şey olmaz diyenler size sesleniyorum; “Morale...